29 Mayıs 2009 Cuma

fried green tomatoes at the whistle stop cafe


lise 2 yazında arkadaşım önermişti ve ben az önce izledim bu filmi,ve de çook beğendim,keşke daha önce izleseydim.

- Papazın incil üzerine yemin ettiğine inanamıyorum.

-Aslında pek sayılmaz.Eğer yargıç daha yakından baksaydı, "Moby Dick"in bir kopyası olduğunu görebilirdi.

- Ama neden böyle bir şey yaptı?

- Seni yeniden kilisede görmenin vereceği tarif edilemez mutluluk için... Ki ona bunu senin pişmanlığının bir göstergesi olarak öneren bendim.

- Ona söz vermedin, değil mi?

- Evet,bayan. Verdim.Ve ben asla sözümden dönmem.

-Bin yıl bile yaşasam,seni asla affetmeyeceğim.

-Hangisi daha kötü bilmiyorum, kilise mi hapishane mi?

birisi blogunda şöyle demiş,hoşuma gitti çok...

" iki hikayeyi Idgie, farklı zamanlarda farklı kişilere kritik zamanlarda anlatır. Kritik zamanlar için insanın en azından iki üç hikayeye sahip olması gerektirdiğini düşündürtür insana."

19 Mayıs 2009 Salı

karin karakaşlı-radikal2 17/05/09

....Ağıtların coğrafyasında mükerrer acıları durduracak şey ne askeri “tedbir” ne de siyasi “önlem”. Bu ifadelerin hepsi tehlike tanımlıyor. Daha dilden başlayarak şiddeti meşru kılıyor insan. Onlar ya da kimileri diyerek... Belirsiz tehditkâr varlıklardan bahsedermişçesine, öteleyerek. İçlerinden görece güvenli bulduklarını da korucu diye adlandırırsın, sanki bir oyunmuş gibi. Tarih boyu böyle seçmece güvenli insanlar vardır, her daim ötelenenlere karşı silahlandırılan. Ve dolu silah uzun süre kınında durmaz....

......Rızaları dışında yaşadıkları yerlerinden koparılan tüm kavimler, sonrasında gelenlerin o huzursuz aidiyet arayışları, hep bastırılan örselenen kimlikler, annenin dilinin yasak bir şeye dönüşmesi, alfabenin kimi harflerinin açıklanamaz tehlikesi, doğduğun şehri söylediğinde değişen bakışlar, hepsi de taşa ve toprağa kazılı hakikatler....

.....Tek bir insanı doğrudan tanıdığında, artık bir daha onlar diye cümle kuramaman ve orada, öte olan yerde yaşanana, yaşatılana yüreğinin çarpması. Çünkü senin de bir canın var orada... Orası burasıdır o an....

....Sevdiğiniz herkes sizin için biri’dir. Biriciktir, eşsiz benzersiz bir birey. Onu artık hiçbir çoğul ekli kategoriye dahil edemezsiniz. Ve tersi de geçerli: “Kimileri” dediklerimiz anonim bir yığındır. Genel cümleleriniz vardır onlara dair kulaktan dolma. Tek bir insan tanımakla paramparça olacak yığınla önyargımız. O yüzden izin vermezler ya birbirimizi doğrudan tanımamıza. O yüzden hep sloganlar haykırarak kendi kompartımanlarımızda söylenmemizi isterler. Kimse kimsenin birisi olmasın diye.....

....Hikâye hep tek tek insanlardan ibaret diye düşünüyorum. Birini sevmek dünyanın en siyasi işidir. Sadece birini. Kimilerine inat....

12 Mayıs 2009 Salı

frida kahlo...


"kendi portrelerimi çiziyorum çünkü genellikle yalnızım çünkü ben kendimin en iyi tanıdığı insanım."


"acımı boğmak için içiyorum ama kahrolasıca yüzmeyi öğrendi ve şimdi bu akıllıca ve iyi davranış beni şaşkına çeviriyor."

10 Mayıs 2009 Pazar

24 Nisan

Ermeni müzisyen Gomidas
"Mevsim bahardı, ama buralara kar yağıyordu."

8 Mayıs 2009 Cuma

benlik kesintisi

az önce tek kelimeyle güzel,iki kelimeyle çok beğendim diyebileceğim bir yazı okudum,.ve de ne tesadüftür ki az önce 2 kere elektrikler kesildi fakat jeneratörün hışmına uğradı ve biz bugün ego üzerine uzun uzun konuştuk.her zman bu kadar güzel tesadüflerin adresi olmuyoruz...bu yüzden bloguma da yazmak istedim....

yazı uran apak'a ait.karga mayısta yayımlanmış.

çağımızda bütün egoları aynı anda yok edebilecek,herkesi bir hiçlik denizinde buluşturabilecek ne olabilir?

Toplumsal bir devrim mi?

Sanat mı?

Hayır,hiçbiri değil.Egoları silme gücüne sahip tek büyük güç elektrik kesintisidir.

Elektrik kesildi.Herkes şaşkın.Herkes biraz tedirgin.Herkesin içinde tuhaf bir rahatlama var.Şu an hiçbirimizin gösterecek bir yüzü yok,ispatlayacağı bir mesele yok.Bir an için belki birkaç an için hepimiz biriz.Ürperiyorum.Yüzdüğüm boşluk binlerce ruhla doluyor.Dalga dalga sürükleniyorsunuz karanlığıma.Büyü bozuluyor sonra,yavaş yavaş mumlar,çakmaklar yakılıyor,kimimiz sinirli bir kahkaha atıyor,kimimiz parlak flaslarla fotograf çekiyor.Suyun dibine gömülen benlikleriniz birer birer çıkıyor yüzeye.Bölünüyorsunuz gene binlerce benliğe.Binlerce benlik -neredeyse aynı olan ama asla tamamen bir olamayan.

Bense bu beklenmedik ziyaretten hoşnutum.Yalnızlığımı bir an için,belki birkaç an için dindiren elektrik kesintisine şükürler olsun.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

bell hooks


"büyük harf kullanmamasının sebebi kapitalizme olan tepkisidir. kapitalleştirilmiş her şeye karşıdır. capital letter'a bile."
"metinlerinde küçük harf kullanır metin içinde büyük harf küçük harf iktidarı olduğunu düşünür."

daisies-yıkım oyunu


güzel şeyler yazabilmek kadar güzel şeyler bulup alıntılamak da marifettiri düstur edinmiş bulunmaktayım:)
altyazı mayıs sayısı-senem aytaç yazısından alınmıştır...
papatyaların aynı ismini taşıyan 2 kadın karakteri filmin başında her şeyin kötüye gittiğini söyler ve kendileri de "kötü "olmaya karar verirler. jenerikte bir çark dönmekte ve müzik çalmaktadır,müzik biran kesilir ve karşımıza ham savaş görüntüleri gelir,bombalama görüntüleri..
marie 1 ve marie 2'nin kötülük oyunları,temel olarak yaşlı adamları kandırıp,onlara pahalı yemekler ısmarlatmak sonrasında da onları bir trene bindirerek atlatmaktır.Film boyunca defalarca oynadıkları bu oyun aslında "erkek egemen" dünyaya karşı bir meydan okuma oyunudur.pahalı restaurantlarda"uygunsuz" davranışlarda bulunmak,tıka basa yiyip içmek,sarhoş olup başkalarının masalarındaki yemek ve içkilere sarkmak,sahnedekilerden rol çalmak,kendi küçük dünyalarında oynadıkları bir anarşi oyunudur aynı zamanda.

çek yeni dalgasının en önemli kadın yönetmeni vera chytilovanın bu deeneysel filmi uçan süpürge film festivalinde gösterilecektir.bilginize...

Niye "Türkün aklı tuvalette..."?

Dün Dünya Tuvalet Günü'ydü, kutladınız mı? Tuvalet ki-hele de bizimkisi gibi yalnız kalma ihtiyacının bir tepki, bir tavır gibi algılandığı "birlikte yenecek, birlikte içilecek, birlikte oturulacak, birlikte sıkılınacak, illa birlikte, hep birlikte" aile düzenine sahip ülkelerde-çok mühim bir mevzu. Kimseyi kırmadan, üzmeden, incitmeden yalnız kalmanın yegane yolu.O yüzden yani "Türkün aklı tuvalette gelir" başına! Sadece orada, bir tek orada, hakikaten yalnız ve rahatsız edilmeden düşünebilir insan. Kitap ve dergi okumak için kütüphane kıvamında rahattır tuvalet. Çünkü kimse başını uzatıp okuduğunuzu okumaya, sohbet açmak için "Aaa, ne okuyorsun, bize de anlatsana" demeye kalkmaz.Tuvalet yani, ben hakikaten anlamıyorum, tuvalete bu kadar muhtaç insanların yaşadığı bir memlekette neden hala evin en ışık alan, en geniş odasına yapılmaz da, kenara köşeye tıkıştırılır? Ayıp!

Tuba Akyol'un 21/11/2004 milliyetteki yazısından alınmıştır.

5 Mayıs 2009 Salı

¨Dünyayı Aylaklık Kurtaracak, Bir Gün İşe Gitmemekle Başlayacak Her Şey¨


Yer/Mekan: Sirkeci Tren Garı
Başlama Tarihi:09. Mayıs. 2009 Açılış:18:00
Bitiş Tarihi: 24. Mayıs. 2009 Kapanış:18:00
Web Sitesi : http://www.gonulnuhoglu.com/

Gönül Nuhoğlu, Sirkeci Tren Garı’nda “Dünyayı Aylaklık Kurtaracak, Bir Gün İşe Gitmemekle Başlayacak Her Şey” başlıklı sergisini 9 – 24 Mayıs 2009 tarihleri arasında gerçekleştiriyor. Eski çağ Atina’sında çalışmak sadece kölelere özgü bir uğraş sayılıyordu. Bugün ise, dünya ekonomisini ve politikasını yönlendiren çıkarları için savaş çıkartmaktan bile çekinmeyen, insanları hasta edip sonra onları tedavi yöntemlerine köle eden tekeller, kalkınma, büyüme, refah toplumu olma hedefleri ile çağdaş tüketim kölelerini yarattılar.Gönül Nuhoğlu, izleyiciyi işe gidip gelirken en yoğun karmaşayı yaşadığı Sirkeci Gar’ında yakalıyor. Bir an durup bakmaya ve sorgulamaya çağırıyor. Gerçeğin ardındaki hakikatin farkında mıyız?Daha insanca, doğayı gözeten ve adil bir yaşam için bu denli tüketmediğimizde, bu kadar çok çalışmak zorunda kalır mıyız?


bu yazı da aynı paralelde yıldırım türker'den tembelliğe övgü
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=3454